Suudi Arabistan’ın
Gazze Çatışmalarına Yaklaşımı, Prof. Dr. Veysel Ayhan
7 Ekim 2023 tarihinde yeniden tırmanan İsrail-Filistin
çatışmaları, Suudi Arabistan için bir dönüm noktası olmuştur.Riyad, Avrupa ve
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yanı sıra Arap dünyasının diğer ülkeleri
gibi, son yıllarda İsrail-Filistin çatışmasının siyasi önemini neredeyse
tamamen göz ardı etmişti. Suudi Arabistan yönetimi, Donald Trump’ın
liderliğinde, 2020 yılında İbrahim Anlaşmaları’nı imzalayan ve böylece
diplomatik ilişkiler kuran Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi, İsrail
ile ilişkilerin normalleştirilmesi politikasını benimsemişti. Anlaşmaların
ardından, İsrail’le diplomatik, ticari ve güvenlik alanlarında görüşmeler
başlatılmış ve süreç içerisinde İsrail’in resmen tanınmasına yönelik adımlar
atılması beklenmekteydi. Nitekim Eylül 2023 tarihinde ABD televizyon kanalı Fox
News’a verdiği röportajda Muhammed bin Selman, iki tarafın her geçen gün bir
anlaşmaya daha da yaklaştığını ifade etmişti. Ancak, bir ay sonra, Ekim 2023
tarihinde Gazze Savaşı’nın başlaması ile ilişkilerde yaşanan normalleşme yerini
yeni bir krize bırakmıştır.
Çatışmaların başında, Suudi Arabistan, 7 Ekim tarihinde
Hamas’ın gerçekleştirdiği “El Aksa Tufanı Operasyonu”nu doğrudan kınamıştır.
Riyad, çatışmanın ilk günlerinde, İsrail ile ilişkilerin normalleştirme yönünde
ilerlediği bir dönemde, Hamas’ı Gazze’deki gerilimi tırmandırmakla suçlamıştı.
Ancak, İsrail’in sivil yerleşim birimlerine yaptığı saldırıların ardından,
Suudi Arabistan söylemlerini değiştirmeye başladı. Özellikle Suudi ve Arap
kamuoyunun tepkisini dikkate alan Riyad yönetimi, doğrudan İsrail saldırganlığını
kınadığını ve Filistin’de iki devletli çözümü desteklediklerini tekrar ifade
etmiştir. Ateşkesin sağlanmasına yönelik olarak, Suudi Arabistan, Avrupa
Birliği, Arap ve diğer ülkelerin temsilcileriyle Riyad’da bir dizi toplantı
gerçekleştirdi. Suudi yönetimi, Gazze Savaşı’nın tüm bölgeyi
istikrarsızlaştırmasının önüne geçmek için Katar ve Mısır’ın arabuluculuğunda
yürütülen ateşkes görüşmelerni destekledi. Aynı dönemde, Filistin sorununun
diplomatik yöntemlerle çözümüne yönelik müzakere süreçlerine işaret eden Riyad,
İsrail’le normalleşme politikalarını Filistin sorununun çözümüyle doğrudan
ilişkili olduğunu açıkladı.
Bu çerçevede, Sebastian Sons tarafından hazırlanan “Suudi
Arabistan ve Gazze Savaşı” adlı çalışmada, Suudi Arabistan’ın üç temel nedenden
dolayı aktif bir dış politika yürütemediği ileri sürülmektedir. Sons’a göre,
Suudi Arabistan, ekonomik, güvenlik ve kimlik inşa politikalarına yönelik
tehditler nedeniyle Gazze Savaşı’nda aktif bir politika yürütememiştir. Öte
yandan, bu üç nedenin yanı sıra, özellikle İran’ın bölgede artan nüfuzu, yeni
bir Arap Baharı ihtimali ve İsrail’in aşırı dadikal ve revizyonist sınır
politikası da Suudi çıkarlarını tehdit etmektedir.Bu bağlamda, Suudi
Arabistan’ın Gazze Savaşı’na yaklaşımını 6 başlık altında irdelemekte fayda
vardır:
1- Ekonomik Nedenler:
Suudi Arabistan, Veliaht Prens Muhammed bin Selman döneminde
hem toplumsal hem de ekonomik bir dönüşüm programı başlattı. Veliaht Prens’in
2017 yılında hayata geçirdiği “Vizyon 2030” programı kapsamında turizm, spor,
araştırma, kültür ve eğlence sektörlerine yatırımlar planlandı. Suudi
Arabistan, yabancı yatırım ve dış sermaye gerektiren mega projelerini güvence
altına almak amacıyla bölgesel istikrarın önemine vurgu yaptı. Özellikle
ülkenin kuzeybatısında inşaatı süren ve yüksek teknolojili bir şehir olan “The
Line” gibi iddialı mega projelerin başarısı, Kızıldeniz’deki istikrarla
doğrudan ilişkilidir. The Line’ın, 9 milyon insanı barındıracak ve sadece 34
kilometrekarelik bir alan üzerine inşa edilecek bir teknoloji şehri olacağı
açıklanmıştır.
Turizm alanında Suudi Arabistan, bir yandan 2034 Dünya
Futbol Kupası’na ev sahipliği yapmayı planlarken, Asya Kış Oyunları da dâhil
olmak üzere çeşitli spor dallarında birçok dünya şampiyonası düzenlemek için
girişimlerde bulunmaktadır. Riyad, 2030 yılına kadar ülkeye 150 milyon turistin
ziyaret etmesini beklemektedir. Suudi Arabistan’ın başlattığı ekonomik
çeşitlendirme ve mega projelerin başarısı ise bölgesel istikrarın sağlanmasına
bağlıdır. Bu nedenle Gazze’de süren savaş ve genişleme ihtimali, Riyad’ın
ekonomiyi çeşitlendirme planlarını tehlikeye atmaktadır.
2- Güvenlik Çıkarları:
Suudi Arabistan, çok taraflı diplomasi aracılığıyla ekonomik
çıkarlarını genişletmeyi ve güvenliğini sağlamayı hedeflemektedir. Bu kapsamda
çok taraflı diplomasi ve gerginliklerin azaltılması politikaları kapsamında
Batı’nın yanı sıra İran ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirme yönünde
adımlar attı. İbrahim Anlaşmaları sonrası İsrail’le normalleşme yönünde
adımlar atılırken, diğer yandan İran rejimiyle de doğrudan görüşmelere
başlanmıştı. Beşşar Esad’ın Riyad’a davet edilmesi, Suudi Arabistan’ın bölgesel
istikrar politikalarının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ancak, Gazze
Savaşı, Riyad’ın çok taraflı diplomasi ve gerginlikleri azaltma çabalarını ve
bölgesel istikrarsızlığın önlenmesine yönelik girişimlerini tehdit etmektedir.
3- Kimlik İnşası:
Muhammed bin Selman, toplumsal ve sosyal alanlarda
başlattığı projelerde geleneksel Suudi kimliğinde dönüşümler gerçekleştirmeyi
hedeflemekteydi. “Önce Suudi Arabistan” sloganıyla yürütülen çalışmalarda,
Vehhabi ve Selefi din adamlarının etkisini sınırlandırmayı ve “Suudi
milliyetçiliğini” canlandırmak amaçlanmaktaydı. Nitekim, İbrahim Anlaşmalarının
imzalanmasından sonra sosyal medyada “Filistin benim davam değil” etiketleri
açılmış ve hükümet tarafından desteklenmişti. Riyad, Filistin meselesinden bağımsız
olarak, kendi toplumuna her ülkenin dış politikada kendi çıkarlarına öncelik
vermesi gerektiği paradigmasını sunmaktaydı. Ayrıca sivil alanda özellikle
kadınların toplumsal alana katılımının güçlendirilmesine dönük adımlar
atılmıştı. Ancak, Gazze Savaşı, gençler arasında Filistin yanlısı, dini ve
pan-Arap kimlik nosyonlarının yeniden canlanmasına yol açtı. İsrail’in
Gazze’deki saldırganlığı, toplumsal düzeyde İsrail’le ilişkilerin
sonlandırılması ve Riyad’ın geleneksel Filistin davasını savunması taleplerinin
güçlenmesine neden oldu. Suudilerin yeni kimlik inşa etme politikaları Gazze
savaşı ile büyük bir darbe aldı. Bundan dolayı Riyad hem Hamas’a hem de İsrail
yönetimini eleştirmektedir.
4- İran Etkisi:
Suudi Arabistan, İran’ın bölgede paramiliter milis
kuvvetleri aracılığıyla artan nüfuzundan ciddi rahatsızlık duymaktadır. İran’ın
Irak, Suriye ve Yemen’deki doğrudan askeri ve siyasi etkisinin yanı sıra,
Hizbullah aracılığıyla Lübnan’daki nüfuzu, Riyad açısından önemli bir tehdit
olarak değerlendirilmektedir. Suudi Arabistan’a göre İran, bölgedeki milis
kuvvetleri aracılığıyla Filistin ve Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırarak bölge
ülkelerinin güvenliğini tehdit etmektedir. Ayrıca, İran’ın Hizbullah aracılığıyla
İsrail’i Lübnan sahasına geri çekmeye çalıştığına inanılmaktadır. Suudi
yönetimi, 8 Ekim tarihinde Hizbullah’ın İsrail’e savaş ilan etmesiyle,
İsrail’in Lübnan’ı tekrar işgal edebileceği ve bunun bölgesel bir çatışmanın
kapısını aralayabileceği olasılığına dikkat çekmektedir. İran’ın Hizbullah
üzerinden Arapları büyük bir savaşa sürüklemesinden çekinmektedir.
Diğer bir deyişle Suudi analistler, Gazze ve Filistin
meselesinde İran’ın bölgesel uzlaşma çabalarını engellemeye yönelik bir
politika izleyerek Arap halklarını çatışmanın içine sürüklemektedir. Tahran ile
yakınlaşma politikasına öncelik veren Riyad, İran’ın müttefiklerini
dizginlemesini sağlamak ve Gazze çatışmasının daha büyük bir boyuta taşınmasını
engellemek amacı gütmektedir. Riyad yönetimi, İran’ın Hamas aracılığıyla
Arap-İsrail görüşmelerini baltaladığına inanmaktadır. Daha da ötesinde Riyad,
İran’ı Hamas, Husi ve Hizbullah aracılığıyla bölgesel barışa tehdit
oluşturmakla suçlamaktadır. Bu nedenle, Gazze Savaşı’nda barışçıl çözümü
savunmakta ve askeri çözümlerin, İran’ın etkisini genişletmekten öte Arap
halklarına bir katkı sağlamadığını ifade etmektedir. İran etkisinden dolayı
Suudi Arabistan yönetimi Gazze savaşında daha pasif bir politika yürütmektedir.
5- Yeni Bir Arap Baharı Çekincesi:
Suudi Arabistan, Gazze Savaşı’nın bölgede yeni bir toplumsal
muhalefet hareketine yol açmasından endişe duymaktadır. Suudi yönetimi,
Gazze’yi destekleyen halka açık gösterilere sınırlamalar getirmiş, Gazze ve
Filistin davasına atıfta bulunan kıyafetlerin giyilmesini yasaklamış ve
Gazze’ye sempati duyan sosyal medya kullanıcılarını tutuklamıştır. Aynı zamanda
protesto gösterilerine katılanlara karşı tutuklama ve hapis cezaları
uygulanmaktadır. Birçok insan hakları örgütü Suudi Arabistan’ın protesto
gösterilerine katılanlara karşı gerçekleştirdiği tutuklamaları ifade özgürlüğü
kapsamında eleştirmesine rağmen, yasaklamalar halen dahi sürmektedir. Bu
tedbirlerin temel nedeni ise yeni bir Arap Baharı sürecinin ortaya çıkmasını
engelleme kaygısı olarak ifade edilmektedir. Olası bir halk ayaklanmasının,
özellikle Mısır ve Körfez ülkelerindeki rejimlerin güvenliğini tehdit edeceği
açıktır. Bundan dolayı Riyad rejimi hem Hamas ve İran’î hem de İsrail’i bölgeyi
radikaleştirmekle suçlamaktadır.
6- İsrail’in Şiddet Yanlısı Politikaları:
Suudi Arabistan, İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde İsrail ile
normalleşme adımları atarken, İsrail’i özellikle İran’dan kaynaklanan tehditler
karşısında dengeleyici bir ülke olarak görmekteydi. Aynı zamanda, İsrail’in
desteğiyle ABD’den yeni silahların temin edilmesi ve barışçıl nükleer
programlara destek sağlanması amaçlanmaktaydı. Normalleşme sürecinde,
Filistin’de iki devletli çözüm konusunda da İsrail’in ikna edilebileceği
düşünülmekteydi. Ancak, Gazze Savaşı ve Filistinlilerin bölgeden çıkarılması politikaları,
Riyad’ın İsrail’e bakışını değiştirmiştir. Riyad yönetimi, savaşın başladığı ay
İsrail ile yürütülen müzakerelerin askıya alındığını duyurdu. Riyad, Filistin
sorunu çözülmeden Tel Aviv yönetimini tanımayacağını açıkladı. Nitekim Suudi
araştırmacı Hesham Alghannam, Gazze Savaşı ile birlikte İsrail’in, İran’ın
bölgedeki nüfuzuna karşı dengeleyici bir rol üstlenme pozisyonunu terk ettiğini
ve bölgesel istikrara tehdit oluşturan bir aktöre dönüşmeye başladığını ileri
sürmektedir. Suudi Arabistan’ın bölgedeki çatışmaların tırmanmasını önlemek ve
çatışmalardan kaçınma stratejisi, İsrail’in saldırganlığı karşısında anlamını
yitirmiştir. Suudi Arabistan’ın İngiltere Büyükelçisi Prens Halid bin Bender, 9
Ocak’ta BBC’ye verdiği mülakatta, “İsrail’deki mevcut hükümetin aşırı sağcı
politikalarının, iki devletli çözüm olmadan Riyad’ın İsrail’le normalleşme
politikasına öncelik vermeyeceğini” ifade etmiştir. Ayrıca, aşırı sağın
izlediği politikaların devam etmesi durumunda çatışmaların son bulmayacağını
belirtmiştir. Prens Halid ayrıca, Gazze’de binlerce sivilin ölümüne ve geniş
çaplı yıkıma yol açan savaşın, bölgenin yeniden radikalleşme riski altına
girdiğini ifade etmiştir.
Gazze Savaşı, Suudi Arabistan hem iç hem de dış politika
önceliklerine vurulmuş bir darbe olarak değerlendirilmektedir
Sonuç olarak Suudi Arabistan yönetimi İsrail
saldırganlığının durdurulması için uluslararası ve bölgesel güçlere çağrı
yaparken aynı zamanda İsrail hükümetini ve koalisyon ortakları olan aşırı
radikal sağını ve İran ve İran’ın etkisi altındaki Hamas ve Hizbullah gibi
milis kuvetleri üzerinden Arapları büyük bir koas ve çatışmaya sürüklemekle
suçlamaktadır. Gazze Savaşı, Suudi Arabistan hem iç hem de dış politika
önceliklerine vurulmuş bir darbe olarak değerlendirilmektedir. Bundan dolayı
Riyad rejiminin Gazze Savaşı’nda aktif bir dış politika yürütmediği ileri
sürülebilir. 1986’dan beri resmi olarak İki kutsal caminin
hizmetkârı ünvanını kullanan Suudi Arabistan kralı büyük bir ikilemle karşı
karşıyadır.
Prof. Dr. Veysel Ayhan
*Yazı ilk defa burada yayınlanmıştır.